28 Kasım 2014 Cuma

AMSTERDAM

“Yıldızları ve göklerdeki sonsuzluğu farkedin. O zaman hayat neredeyse büyülü gözüküyor” VAN GOGH

Hadi bu şarkıyı dinleyelim :)

Tekrar merhaba, Üsküp'den sonra bir gece Budapeşte, kısa bir Viyana molası ve devamında bir gece Prag konaklamalı gezimizden sonra nihayet yolumuz Amsterdam'a düştü.Budapeşte ve Prag ile ilgili daha önce paylaşımım olduğu için Amsterdamla devam etmek istedim ama ilk fırsatta ikinci Orta Avrupa gezimin Budapeşte, Prag izlenimlerimi sizlere aktaracağım.

Bulanık, sevimsiz, kapalı bir 2014 yılı ağustos sabahı özgürlüklerin kenti, Hollanda'nın başkenti, 1,5 milyon nüfuslu, Kuzey Avrupa'nın Venedik'i kanallar şehri Amsterdam'a vardık.Hollandalılar derki 'Tanrı dünyayı yarattı, Hollandayı ise Hollandalılar yarattı.'Ülkenin yarısı deniz seviyesinin altında olmasına ve sadece bir saat ülkedeki yel değirmenleri çalışmadığında ülkenin yarısının sular altında kalabileceği gerçeğine rağmen, Hollanda her sene denizden toprak kazan bir ülke.Erozyon nedeni ile Kıbrıs adası kadar toprağı her yıl kaybeden ülkemin gerçekliğini bilince bu azmi takdir etmemek elde değil.




İlk olarak Amsterdam'a 1 saat mesafede bulunan Zaanse Schans kasabasına uğradık.Hollanda'nın karakteristik özelliklerinin aktarıldığı yeşillikler içinde turistik bir kasaba burası.Peynir fabrikası, yel değirmenleri, Hollanda tahta ayakkabı atölyesi ile turistik alışveriş amacıyla oluşturulmuş ve az biraz da para tuzağı olan fakat nehir kıyısı sevimli bir kasaba burası.Japon turistler yine her yerdeler peynirlerimizi ve magetlerimizi alıp, tahta takunyaların yapılışını seyredip Amsterdam'ın yolunu tuttuk.Peynirlerin 1 paketi 9 eurodan aşağıya değil.Çeşit çeşit peynirler var, aslında fena değiller de, tat olarak bizim kaşar peynirini andırıyor fakat bana göre biraz yağlıydı, bizim memleketin peynirlerini yanında solda sıfır diye düşünüyorum.Kısa zamanda Hollanda karakteristiği yaşamak istiyorsanız Amsterdam'a bir saat mesafedeki bu kasabayı görmenizi tavsiye ederim.





























Amsterdam Belediyesinin amblemi 3 X işareti.Kısa bir süre bu xxx işaretinin anlamının ne olabileceği konusunda gezi arkadaşlarımla fikir alışverişinde bulunduk, genel kanaat hayat burada fazla xxx o yüzden bu amblem ile şehir kendini dünyaya tanıtıyor şeklinde oldu.Tabi bu işin esprisi.Amsterdam için herkesin söyleyebileceği pek çok söz vardır, bence alternatiflerin bolluğu kenti burası.Tarihi müzeyi sevmeyebilirsin, olsun sende başka tür müzeye  gidebilirsin diye düşünülmüş müzeler şehri burası.

Avrupa'nın genelinde mevcut olan taş mimari burada da hakim fakat şehrin büyüsünü kanallar oluşturuyor.Venedik gibi şehrin içinden sayısız kanallar geçiyor.



Şehir küçük bir alanda yayılmış, kolayca temin edilebilen şehir haritası ile dolaşması basit ve keyifli.Üstü açık kırmızı gezi otobüsleri burada da var, yine de Amsterdam'ı kısa molalarla yürüyerek gezmenizi tavsiye ederim.Tüm şehir kanallarla çevrili olduğu için görsel anlamda her noktası güzel.Kanallar üzerinde turistik gezi motorlarıda var, 10 Euro gibi bir fiyatla kanallar turu yapabiliyorsunuz.


Şehrin ana noktalarından başlayarak gezecek olursanız meşhur istasyon binasından başlayabilirsiniz, deniz kenarındaki bu büyük bina Hollanda'nın diğer şehirlerine ulaşımın sağlandığı merkezi bir noktada.



İstasyon binasından yürüyerek kısa sürede kentin merkezi DAM Meydanına ulaşabiliyorsunuz.Dünyaca ünlü Madame Tussauds Balmumu Müzesi de bu meydan üzerinde bulunmakta.Meydana çok yakın noktada lale fidelerinin satıldığı çiçek pazarı bulunmakta.Çeşit çeşit lalerin olduğu rengarenk bir pazar.


Bir kente dair izlenimleri aktarırken tek tek şu noktada bu müze var , burada bu saray var demekten hoşlanmıyorum, neticede yanlış bir bildirimde bulunursam okuyan arkadaşlarımı yanlış yönlendirmiş olurum diye düşünüyorum.Kısa bir harita çalışması ile ve elbette sora sora Amsterdam'ın görülmesi gerekli noktalarına rahatlıkla ulaşılabilecektir.


Dam meydanını ana noktanız kabul ettiğiniz takdirde görülmesi gerekli yerlere haritanız yardımıyla rahatlıkla ulaşabiliyorsunuz.

Mevsim ağustos olmasına rağmen Amsterdam'da berbat bir hava vardı, 10 dakika aralıklarla yağan yağmurlarla 4 arkadaş 2 şemsiyeyi paylaşarak kentin hakkını verdik.Ayrıntıları aktarmadan önce Amsterdam gezim sırasında hem esprileri hem de tarih aktarımları ile paylaşımda bulunan tarih öğretmeni arkadaşım Hasret'e ve yağmur altında elimde harita ve şemsiye ile dolaşırken adres sormaktan yorulduğum zaman İngilizce bilmemesine rağmen hemen herkese hiç tereddütsüz adres soran, gezim boyunca fotoğraflarımı çeken, hayat dolu Ülkü hocama çok teşekkür ederim.Geziye çıkmanın en önemli yönü gezip görmek mutlu olmak dışında bir şey aramayan yol arkadaşlarının yanınızda olmasıdır.Aynı algıyı yakaladıktan sonra gerisi bir şekilde çözümleniyor. Saolsunlar Amsterdam'da bitmeyen yağmura rağmen Hasret hocam esprilerinden hiç vazgeçmedi, Ülkü ablam sıkıştığım noktada elim ayağım oldu.

Amsterdam'ın en merkezi noktası Dam Meydanına çok yakın mesafede meşhur  Red Light District yani Kırmızı Fener Sokağı bulunmakta.Şehir çok kültürlü bir liman kenti olduğu için böyle bir sokağın olması normal kabul edilebilir.Zaten bu sokak amacının dışında turistik bir yer, sabah saati bile kalabalık turist kafilesini sokakta görebiliyorsunuz.Fakat uzunca bir sokak boyunca yarı çıplak bayanların bir camekanın önünde kendilerini sergilemelerini ve bu durumun bir süre sonra turistik bir gelir elde etme haline gelmesini tuhaf karşıladım.Kasap dükkanındaki etlerin sergilenmesi gibi bir şey.Bazı şeylerin özeli daha cezbedicidir diye düşünüyorum, herşeyin gözünüzün içine sokulmasının bir manası var mı bilmiyorum ama Amsterdam'a kadar gitmişken bu sokağa girin, kolay kolay hiçbir şehirde böyle bir farklılıkla karşılaşamazsınız.Bu arada sokak boyunca fotoğraf çekmek yasak...



Şehirlerin esprisi birazda spontane dolaşmaktır, zaten bu dolaşmalar esnasında görülmesi gereken noktaları bulursunuz.Bol yağmurlu gezimiz esnasında Anne Frank Evinin önünden geçme fırsatımız da oldu, giriş için çok sıra olduğundan o yağmurda müze sırasına girmeyi gözümüz kesmedi.2.Dünya savaşı sırasında 13 yaşındaki Anne Frank 2 yıl bu evde Nazilerden saklanmış ve 2 yılın sonunda yakalanmış, öldürülmüştür, 2 yıl boyunca küçük bir evde saklanan bu kızın yaşadığı yer günümüzde Amsterdam'da popüler bir müze.Vaktiniz varsa sıraya girer ve bu müze evi gezebilirsiniz.


Bitmeyen yağmura saydırarak, elimizde ıslak haritalarımızla yolumuza devam ettik. Amsterdam'ın en popüler noktalarından olan ve görmenizi tavsiye ettiğim Vondel Park'a geze geze ulaştık.Bu park gayet geniş bir alana yayılmış, içinde havuzların, heykellerin, kafelerin olduğu yemyeşil bir orman.Vondel park sayesinde Avrupa'daki şehirleşmeye bir kez daha hayran kaldım, metropol bir şehrin merkezi noktasında ormanla karşılaşmak, bizler gibi beton yığınları içinde yaşayanlar için ilginç bir şey.Bizler yeşile bakabilmek için dağlara, yaylalara kaçarken burada orman şehrin içinde.Vondel park içindeki kafelerde fiyatlar hesaplı 3-10 euro aralığında istediğiniz içeceği bulabilirsiniz.Kısa bir kurulanma molasıdan sonra yağmura inat şehri keşfimize devam ettik.Aslında amacımız Van Gogh Müzesine ulaşmak olmasına rağmen, müzeyi bulalım derken farkında olmadan şehrin popüler noktalarını da görmüş olduk.




Yemek, kahve, fotoğraf molaları ile sora sora Van Gogh müzesini bulabildik.Ne yazık ki sadece 10 dakika ile müzenin giriş saatini kaçırdığımız için binanın çevresinde kısa bir fotoğraf molası ile yetindik.Olsun müzeyi bulacağız derken şehrin bir ucundan başlayıp diğer ucunu gezmiş olduk.Bu arada Van Gogh müzesi, Rijksmuseum yani Hollanda Ulusal Müzesi (önünde I amsterdam yazısının olduğu bina ) ve Vondel Park birbirine çok yakın noktadalar.Yürüyerek rahatlıkla ulaşabilirsiniz.




Van Gogh Müzesinden yana şansımız yaver gitmemesine rağmen göz alıcı Hollanda Ulusal Müzesi binasının önünde bolca vakit geçirdik. Burası dünyaya I amsterdam yazısı ile kendini tanıtmış Amsterdam'ın en karakteristik noktalarından biri.Binanın önü genişçe bir meydan ve havuzla kaplı.Yazının tamamını aynı fotoğraf karesinde yakalayıp bir fotoğrafınızı çekmek için boşuna uğraşmayın çevresi kalabalık.Neyse gelmişken bizde olduğu kadarıyla karakteristik Amsterdam hatırası fotoğrafımızı çektik ya bu da yeter :)



























Amsterdam'a dair gözlemlerime gelince şehir görsel anlamda güzel, sokakları temiz, kimse kimseyi huzursuz etmiyor, Hollanda'da esrar maddesinin belli bir orana kadar kafelerde tüketimi serbest olduğu için şehir biraz ot kokuyor, bazen bir kafenin önünden geçtiğinizde kokuyu bariz hissediyorsunuz.Bu durumdan hoşlanmadım.



Yemek anlamında şehir pahallı değil, bütçemi zorlamak istemiyorum derseniz pek çok alternatif bulabilirsiniz.Benim ilgimi patates kızarması dükkanları çekti.Baya doyurucu miktarda patates kızarmasını büyükçe demir bir aletin içinde, servis ediyorlar.Hem de Yanında daha önce tatmadığınız farklı soslar eşliğinde bir servis.Menü bir kişiyi rahatlıkla tıka basa doyuruyor.Amsterdam da Patates kızartmasının bu şekilde satıldığı çok sayıda dükkan bulunmakta.Fiyatları da 10 euroyu geçmiyor.






Amsterdam'da dolaş dolaş bir süre sonra varacağın nokta şehrin en merkezi yeri Dam Meydanı olduğu için hiç tedirgin olmayın kaybolmazsınız.Bu yüzden biz toplu taşımayı hiç kullanmadık.

Amsterdam da yürüyerek zaman geçirdiğimiz için ve vaktimizde sınırlı olduğu için gidemediğim fakat gezi arkadaşlarımın bir kısmının gittiği  Heineken biralarının yapıldığı fabrika gezisine gitmenizi tavsiye ederim.Biranın nasıl yapıldığını ve tüm süreci gayet güzel aktarılıyormuş. Fabrika gezisine giden arkadaşlarım çok memnun ayrıldıklarını söylediler. Aklınızda bulunsun.

Yağmurlu bir Amsterdam gününde kısa zaman diliminde şehir hakkında fikir sahibi olmaya çalıştık.Elbette ki hayat algıları her yerde farklı, bu şehirde çok daha farklı. Kiminin ayıp bulduğu ya da yasal olmayan kabul ettiği şeyler burada normal sayılabiliyor.Herkesin değer yargısı, yaşayışı kendinedir, birine göre ak olan, ötekine göre karadır.Bence önemli olan kişinin sınırlarının bittiği noktada bir başkasının sınırlarının başladığını bilebilmektir, anladığım kadarıyla Hollandalılar çok uluslu ve çok dinli  yapıları ile yüzyıllar öncesinde bu farklılıklara karşı hoşgörüyü özümsemişler.Farklı yaşam alışkanlıkları ile Amsterdam görülmesi ve zaman ayrılması gereken bir dünya şehri.

İçinizdeki gezginci ruhun her daim taze kalması dileğiyle.

Saygılarımla
Egemen ÇINAR

17 Ekim 2014 Cuma

ÜSKÜP

'Hayat, küçük ölçeklerde de mükemmel olabilir.'  L.JOHNSON

Bu yazıyı okurken, bu türküyü dinlemenizi tavsiye ediyorum. 

Merhaba, 2014 yılı Ağustos ayında yapmış olduğum gezimden bahsetmeye devam ediyorum.Selanik'te ağustos sıcağında kan ter içinde, sırtımda sırt çantamla sırılsıklam vaziyette arkadaşımla tamamladığım bisikletli kordon turundan sonra Makedonya'ya yolculuk vakti geldi.Makedonya daha doğrusu Balkanlar bize yabancı değil; iklim, tabiat tıpkı Karadeniz gibi, puslu hava, yemyeşil coğrafya bu anlamda Makedonya'yı sevdim.Balkanlar gelişmekte olan bir coğrafya elbette eksiklikleri var ama yıllarca Balkan türküleri, hikayeleri dinlemiş biri olarak Üsküp'ü ziyaret etmek benim için ayrı bir heyecan sebebiydi.

Balkanlardan gelen soğuk hava diye bir tabir vardır ya hakikaten öyle bir şeyler varmış.Ağustos ayında yağmurlu ve serin bir akşam üstü saatinde Üsküp'e ulaştık.Selanik'in nemli Akdeniz iklimden sonra Balkanlar ferahlatsa da bu kadarına da bu mevsimde gerek yok dedirtti.Bu kadar yağmur yağabileceğini tahmin etmeyen acemi gezgin ben, ıslansam da gezerim umurumda değil pozlarında iken Balkan yağmurlarıyla karşılaşınca arkadaşlarımla birlikte büyük çöp poşetlerini yağmurluk yapıp Üsküp sokaklarına kendimi attım.Allah bilir Üsküplüler çöp poşetinden yağmurluklarımızla ne çok dalga geçmişlerdir.

Üsküp Makedonya'nın başkenti ve en büyük kenti.Nüfusu 400.000 civarında, çok uluslu ve çok dinli, Vardar nehrinin ikiye böldüğü ve anlam kattığı rengarenk bir şehir.Severim böyle şehirleri tek düze değildir, tarih onlara zaman içinde yaşanılan savaşlardan, kıyımlardan sonra hoşgörü kültürünü öğretmiştir.

bir başkadır Balkanlar.

İlk durağımız Üsküp kalesi oldu.Şehrin merkezindeki kaleden güzel bir şehir manzarası sizleri karşılıyor.Yağmura ve rüzgara rağmen kale görülmeye değer, fakat aşırı rüzgar metal levhaları kağıt gibi gibi uçurmaya başlayınca gezimizin huzuru için kısa bir fotoğraf molasından sonra kaleden ayrılmak zorunda kaldık.
Üsküp Kalesi


kaleden Üsküp 
Şehrin en yüksek tepesinde meşhur Milenyum Haçı 
Paris değil, Üsküp burası :)

rüzgardan gözümü zorla açabiliyorum :)

Kaleden kısa bir yürüme ile şehir merkezindesiniz.Balkanlarda en çok görmek istediğim noktalardan birine varmıştım.Eski Üsküp'ün Anadolu'daki şehirlerden farkı yok.Klasik dar sokaklar, eski binalar ve camiler.Hem yağmur yağdığı için hem de meşhur Üsküp köftesinin tadına bakmak için meşhur Destan lokantasında yemek molası verdik.Lokanta temiz ve çalışanları güler yüzlü fakat lokanta bir anda  40 kişilik aç ve ıslak Türk kafilesini görünce doğal olarak tüm çalışanları neye uğradıklarına şaşırdılar.Lokanta çalışanları Türkçe de biliyorlar.Şaka bir yana Balkanlarda gözlemlediğim önemli bir ayrıntı bizdeki gibi hizmet sektörü beklemek pek mümkün değil.Fakat köfteleri ve yanında verdikleri keçi yoğurdu çok lezzetliydi.Üsküp'e yolunuzu düşürürseniz Destan lokantasında bizden esintilerin keyfini tatmanızı ve köftenin hakkını vermenizi tavsiye ederim.Fiyatlar anlamında 1 porsiyon köfte, yoğurt ve kolaya 10TL ödedik.









Yemeğimiz bitmesine rağmen yağmur aralıklara hala devam ediyordu, zamanımız sınırlı olduğu için Üsküp gezimize kaldığımız yerden devam ettik.Eski Üsküp'te çok sevimli kafeler, lokantalar, barlar gördüm.Masaları, sandalyeleri dışarı atılmış sokakla bütünleşmiş bir haldeydiler fakat yağmur sokak kafelerinden birinde kahve içme hakkımızı ne yazık ki elimizden aldı ne yapalım sağlık olsun.Tarihi sokaklarda kısa bir yürüyüşten sonra şehri eski ve yeni olarak ayıran tarihi Taş Köprü karşımıza çıktı.Köprü ve Vardar nehri yağmurda ayrı bir güzel, nehir boyunca devam eden Üsküp manzaralı kafeleri görünce ağutos ayında aralıklarla yağan yağmura bir kez daha sinir oldum.Benim yapma fırsatım olmadı ama sizlerin fırsatı olursa Vardar nehri boyunca uzanmış kafelerden birinde Üsküp'ün hakkını vermenizi tavsiye ederim.







Taş Köprüye vardığınızda şehrin modernleşmesi kapsamında yapılmış ve yapımına da devam edilen pek sayıda modern bina ve heykellerle karşılaşıyorsunuz. Köprünün her iki tarafı da Büyük İskender Heykeli, babası Philip heykeli ve pek çok büyük boyutlarda heykellerle çevrili.Daha önceki Selanik yazımda İskender'in paylaşılamadığını ve Üsküp'teki İskender Heykelinden sonra Yunanlılarında Selanik'te heykel diktiklerini söylemiştim. Aynı coğrafyalardaki ülkelerde ortak tarihin farklılaştırılarak sadece bir millete mal edilmesi saçma bir uygulama olsa da yapacak bir şey yok, umarım Makedonya ile Yunanistan ortak tarihleri konusunda ben merkezci uygulamalarından bir gün vazgeçerler.



























Değerlendirme yapmak gerekirse Modern binalar, büyük heykeller ve Vardar nehri özellikle de hava kararınca şehre rengarenk bir hava katmış fakat bu kadar tarih kokan bir şehirde fazlaca heykel kalabalığı gözüme hoş görünmedi.Tarihi sokakların restorasyonu benim daha çok ilgimi çekerdi.Tuhaf bir çelişki ortaya çıkmış gibi bir taraf eski ve tarih, diğer taraf yapay heykel ve modern binalar.Çelişkiye ve heykel kalabalığına rağmen Vardar nehri ve ışıl ışıl modern binaları ile Üsküp akşam ayrı bir güzel.









Yağmur Üsküp gezimiz sırasında peşimizi hiç bırakmadığı için şehrin merkezinde, Taş Köprünün çok yakınında şık bir otelin kafesinde biraz kurulanmaya ve sıcak bir şeyler içmeye karar verdik.Gayet şık bir kafede olmamıza rağmen fiyatlar çok hesaplıydı.3TL'ye gelen çay, kahve, bira fiyatlarıyla en lüks kafede vakit geçirebilirsiniz.Kısa bir kurulanma, ihtiyaç ve wifi molasından sonra akşam vakti ışıl ışıl Üsküp'ün keyfini çıkarmaya devam ettik.Görülmesi gereken noktaları birbirine yakın olduğu için şehri kısa bir zaman diliminde dahi olsa rahatlıkla gezebiliyorsunuz.





























Üsküp hesaplı, damak tadımıza hitap edebilecek alternatiflere sahip, tarihi sokakları, evleri, camileri ile tamamen bizden, Balkan sıcak kanlılığının ve kardeşliğinin hissedebildiği, modern yüzü ayrı renkli, Vardar nehri üzerinde yakılan bir sigaranın ayrı bir keyif verdiği, ata toprağı bir şehir.Kısa zaman aralığında bile size çeşitlilik katabilecek Üsküp'e yolunuzu düşürmenizi tavsiye ederim.

İçinizdeki gezginci ruhun her daim taze kalması dileğiyle.

Saygılarımla
Egemen ÇINAR


23 Ağustos 2014 Cumartesi

SELANİK

'Yolculuk bize kendimizi geri getirir.' ALBERT CAMUS

Bu yazıyı okurken, bu türküyü dinlemenizi tavsiye ediyorum. 



Tekrar Merhaba, üstad artık bir yerinden başlamak lazım, oturdun, dinlendin yeter neyi bekliyorsun başla artık blog yazına :) Bazen keşke gezgin olsam, arada bir eve gelsem, bol bol özlensem, dinlenip dinlenip tekrar yollara düşsem, ferrarisini satan bilgede ki avukat gibi canıma tak etse Tibet'e, Nepal'e yerleşsem, arada bir ofisi arayıp nasıl gidiyor işler, biliyorum çok zor ama bensiz de yapabilirsiniz, size güveniyorum diye kıytırıktan motivasyon cümleleri kullansam, sonra telefonumu kapatıp pis pis gülsem şeklinde farklı ölçekte sadist fikirlerim de oluyor ama allahtan örf ve adetler ve mecburiyetler ve diğer tüm o şeyler sakin olmam gerektiğini hatırlatıyor.Neyse enteresan hayallerime ara verip yazıma başlayayım. Nihayet bitmeyecek gibi gelen kış, ilkbahar ayları bitti, yoğun Temmuz ayı geçti, hatta adliyeler bile adli tatile girdi ve sonunda uzun zamandır hazırlıklarını yaptığım tatilin zamanı geldi.Önce Adana'dan uçakla İstanbul'a geçtim ve devamında 5 Ağustos 2014 saat 19.00 'da İstanbul'dan hareketle İpsala sınır kapısı üzerinden sabah 8 gibi Yunanistan'ın ikinci büyük kenti Selanik'e vardım.Okuyunca ne kadar kolay gibi görünüyor dimi.Biraz daha açayım ki bir takdiri hak ettiğim anlaşılsın.Önce Mersin'den servise bin, Adana'ya ulaş, uçakla Atatürk Havalimanına var, oradan Ataşehir Migros'un önüne ulaşıncaya kadar metro, metrobüs ve taksi çilesi çek, bu arada Ataşehir Migrosu bilmeyen çok zeki taksici yüzünden yanlış Migrosun önüne gel, devamında doğru Migros'u bul..Anlayacağınız gibi seyahat etmek, gezip görmek keyifli iş ama sıcakta kaynama noktasına gelmeden olsa daha iyi.

Selanik'i daha doğrusu Yunanistan'ı senelerdir çok merak ederdim.Yunanistan'a dair şimdiye kadar çok olumlu şeyler duyduğum için, kendi gördüklerimi harmanlayınca yahu ben bu şehri kafam güzel iken mi gezdim acaba diye düşünüp durdum.Yunanistan'ın ikinci büyük kenti olmasına rağmen, Selanik bana fazla bakımsız göründü.Yunanistan'ın ciddi ekonomik sıkıntı içinde olduğundan mıdır? Yoksa tüm Akdeniz ülkelerinde olup da bir bizde olmayan ve olmama sebebini bir türlü anlayamadığım ve çok özendiğim siesta kültüründen midir?Bilmiyorum ama yaklaşık 40 yıldır Avrupa Birliği ülkesi olan Yunanistan'ın ikinci büyük kentinde en merkezi noktalarındaki binaların yada otellerin en az 10-15 hatta 20 yıllık olduğunu görmek beni çok şaşırttı.Bu arada siesta kültürünü çok destekliyorum, ne var yaz sıcağında günün en kavurucu anında mola versek ve mesaimize hava biraz daha serinlediğinde devam etsek, hem iş daha verimli olur, hem de insanda ne asabiyet olur, ne de ter kokusu.Neyse Selanik'e dair temel fikrim bizim memleketin bir İzmir'i, Antalya'sı, Mersin'i asla olamayacağıdır.Bu yüzden memleketimizin kıymetini bilelim.
KARŞI KOMŞUDAN, SELANİK'TEN KALİMERA 

Selanik deyince akla gelen ilk ziyaret noktamız elbette ki Mustafa Kemal Atatürk'ün evi oldu.İlkokul kitaplarımızda kalan o pembe renkli binanın yerinde beyaz boyalı bir bina durmasına rağmen Atatürk'ün evini ziyaret etmek benim için ayrı bir heyecandı.Fakat belirtmek lazım Atatürk'ün evini restore edeyim derken orjinalinden giderek uzaklaşmışlar, bu konuda genelin memnuniyetsizliğini aktarmadan geçemeyeceğim.Şöyle ki bizim evi boşaltsınlar, temizlik ve bakım yaptıktan sonra kenar köşelerine Atatürk resimleri yerleştirsinler sonrasında pek ala bizim evde Atatürk müzesi olabilirmiş diye düşündüm.Evde eşya, yatak, dolap vb. hiçbir şey bırakmamışlar, daha doğrusu yaşanmışlık hissini ortadan kaldırmışlar, bomboş bir evin bazı noktalarına Atatürk resimleri ve heykelleri yerleştirilmiş,ortaya hissiz bir müze çıkmış.Bu sebeple müzeyi son haline getirenlere, müzeyi benimle birlikte gezen 46 kişinin benzer tespitlerini aktarıyorum ki belki birileri mesajı alır ve yapılan yanlışlığı gidermek amaçlı uğraş içinde olurlar.


Sen çok yaşa ATAM

Selanik'e dair yola çıkmadan önce görülmesi gereken yerleri tespit etmiştim fakat şehir fazla karışık olmadığı için tespitlerime fazla uymadan spontane dolaşarak şehri keşfettim.Bu arada dikkat ettim de cümlelerimi hep tekil kullanıyorum.Oysa Selanik keşfini tatil arkadaşım Süleyman ve onun navigasyonu ile tamamladık, kendisine keyifli gezi arkadaşlığı için çok teşekkür ederim.

Şehir karışık olmadığı için yürürken görülmesi gereken ana noktalar zaten önünüze geliyor, bu anlamda Selanik'te kesinlikle bir sıkıntı yaşamazsınız, kaybolmazsınız.Özellikle kordon ve Beyaz Kule'yi bulacağım mantığıyla dolaştığınızda şehrin kiliseleri, eskilerin camileri şimdilerin kilise yada müzeleri karşınıza çıkıyor.
Kotonda Camisi



Şehrin merkezi noktasında Kotonda Cami yani müzesi, değişik mimariye sahip tarihi bir değer.Yolunuz üzerinde olduğu için karşılaşmamanız imkansız.Yunanlılar ortodoks mezhebine mensuplar, gözlemlediğim kadarıyla da dinin etkisi hayat içerisinde fazlasıyla kendini gösteriyor.Mesela Yunanistan'da yollarda çokça küçük kilise şeklinde mimarilerle karşılaştım.İbadet amaçlı kullanım içim mi yapılmış yoksa başkaca bir anlamı var mı bilmiyorum.


Şehir gezilerinin benim için en keyifli kısmı o kentlerdeki pazarların kalabalığı ve çeşitliliğidir.Selanik balık pazarını ve çevresini gezmenizi tavsiye ediyorum, ilk vereceğiniz tepki muhtemelen eee bunların pazarı bize çok benziyor demek olacaktır.Pazarda satılan domuz etlerini çıkardınız mı alın size, Mersin balık pazarı ve çevresi...


Kentin en merkezi noktasında daha büyüklerini de gördüm diyebileceğiniz Aristotle Meydanı bulunmakta.Meydan derli toplu şehrin merkezi noktasında geniş bir alan ve bence kısa bir fotoğraf ve kahve molasını hak ediyor.


Mevsim ağustos, coğrafya komşu kıyı olunca iklim yabancı gelmiyor.Bizim Mersin'in nemi daha baskın olmakla birlikte, Selanik Akdeniz ikliminin yaşandığı bir sahil kenti.Bu sıcakta ne içilebilir ki diye tereddüt edecek birşey yok, neredeyse tüm Yunanistan fanatik şekilde Frappe yani soğuk neskafe meraklısıymış. Bizde ortama ayak uydurma becerimizle molamızda meşhur frappelerimizi içtik, ıspanaklı böreklerimizi yedik.Sipariş almaya gelen Yunan garsonun kalimera 'merhaba' kelimesi ayrı enteresan geldi, hoşuma gitti :) 1 gün önce İstanbul'da içtiğim çay aklıma geldi  'kaç şeker abi' repliği bana, dünya küçük be dostum, nereden nereye sen iyisi mi yak bir sigara dedirtti.Bu arada börek, balık yemekleri, mezeler anlamında Yunanistan mutfağı ile bizim mutfak arasından pek fark yok gibi.Bunu lokanta menülerine baktığınızda yada restoran önlerinden geçerken kısacık zamanda bile fark edebiliyorsunuz.
ortama uyduk Frappelerimizi içtik 

Meydan keyfi ve fotoğraf molası bittikten sonra, şehir turumuza devam ettik.Sağ olsun tatil arkadaşım Süleyman da benim kafamda gezmeyi seviyor ve köşe bucak görülmedik yer bırakmak istemiyor.Selanik sahil şeridinin orta noktasında eskiden zindan olan  fakat günümüzde müze olarak kullanılan meşhur Beyaz Kule bulunuyor.3 euro karşılığında kulenin içini gezebiliyor ve yukarısına çıkabiliyorsunuz.Kulenin yukarısında 360 derece Selanik manzarası sizleri karşılıyor, Selanik biraz eskiden kalma, biraz bakımsız olsa bile Beyaz Kuleden fena görünmüyor.En azından yaz sıcağından biraz ferahlıyorsunuz ve görülmeye değer bir manzara ile karşılaşıyorsunuz.




Beyaz Kule'ye veda edip, yaz sıcağından kordon boyunca dolaşmamıza devam ettik.Sahil şeridinde aralıklarla heykeller bulunmakta.Tabi ki en ilginçleri Büyük İskender heykeli ve Selanik şemsiyeleri.

Büyük İskender dedik, hay demez olaymışız sağ olsun rehberimiz bilgilendirdi meğerse Yunanlılar bu mevzuda baya dertlilermiş.Malum Yunanistan'ın kuzey komşusu  Makedonya, Yunanistan da Makedonya'yı isminden dolayı ülke olarak kabul etmiyor ve tanımıyormuş, çünkü kendilerine göre Makedonya merkezi Selanik olan tüm Kuzey Yunanistan'ı kapsayan bölgenin adıymış ve kendi kültürlerinin ve tarihlerinin bir parçasıymış, bu yüzden Selanik'te sahil şeridinde büyükçe bir otelin adı Makedonya Oteli.Neyse sahil şeridinde Büyük İskender Heykelini gördük, selamımızı çaktık fakat bir öğrendik ki Makedonya Üsküp'deki Büyük İskender Heykeli bunun 5 katı büyüklükteymiş.Hadi bakalım kimin İskender heykeli büyükse bütün tarih, kültür, medeniyet onun olsun, ne diyelim siyaset saçma salak birşey, komşuda da siyasetçilerin hayat algıları bu kadar demek ki.


Sahil şeridi devamında Selanik ile simgeleşmiş meşhur şemsiyeleri ile karşılaşıyorsunuz.Denize karşı güneş altında güzel görünüyorlar.Ağustos sıcağında Selanik sahili çekilmiyor, bu iş böyle gitmez ruh halindeyken bisiklet kiralayan bir dükkanla karşılaştık.1 saati 3 euro karşılığında tatil arkadaşımla birer tane kendimize bisiklet kiraladık.Sahil şeridi baya uzunmuş, iyi ki de bisiklet kiralamışız, yürüyerek sıcak havada tamamını gezmemiz baya zor olacakmış.Yunanlılarında trafik konusunda bizden bir farkı olmadığı tespitini yapmamdan dolayı, sahil şeridi dışında bisiklet ile dolaşmaya cesaret edemedim.Yorucu olsa da benim için keyifli bir tecrübeydi, farklı bir ülkedeydim ve bir şehrini bisikletle geziyordum.
Selanik'in simgelerinden şemsiyeler

sorun yok Selanik bizden sorulur :)
Yunanistan yemek kültürü olarak bize benziyor.Fiyatlar anlamında Yunanistan'da euro geçerli ve Selanik'te hesaplı restoran bulma konusunda sorun yaşamıyorsunuz en azından biz yaşamadık.Ayrıca şehir dolaşması kolay ve ana arterleri birbirine yakın.Sadece 6 saat zaman ayırmış olmak zorunda kalmamıza rağmen Selanik bana hiç yabancı gelmedi, karşı kıyıdaki hayat alışkanlıkları ve simalar bizim oralardan çok da farklı değildi ve elbetteki rakı ile uzzo kardeşti ve kardeş kalacaktı :) Bizim cacık dediğimize, buralarda Yunan dostlar 'cacıki' diyormuş ve elbette ki halkları ayıran tek şey Ege denizi olmalıymış, düşmanca politikalar değil.Siyasetçilerin seçim dönemleri  karşı düşman oluşturma sevdası ve saçma sapan politik taktikleri nedeniyle aslında bir çeşit karşılıklı kopya kağıdı gibi olan bu iki halk, hala birbirini tanımıyor ve birbirinden çekiniyor.Normalde demli çay ve Türk kahvesi üstüne tanımasam da tatilde içilen soğuk frappesi, ıspanaklı böreği, Atamın evi ile biraz bizden, biraz da kendine has Selanik; biz dünya insanlarına emanet...

Selanik gezim sırasında yol arkadaşlığını esirgemeyen ve tatil boyunca bu desteğini devam ettiren öğretmen arkadaşım Süleyman ALGAN'a çok teşekkür ederim.

İçinizdeki gezginci ruhun her daim taze kalması dileğiyle.

Saygılarımla
Egemen ÇINAR