19 Temmuz 2014 Cumartesi

VİYANA


ÖNCELİKLE, bu sayfayı okurken bu parçayı dinlemenizi tavsiye ederim.




Daha önceki yazılarımda da bahsettiğim gibi, 2013 yılı Ağustos yazında Orta Avrupa gezimize başlamıştık.İlk kentimiz Viyana olmasına rağmen ben bu kenti en son yazımda aktarmayı daha doğru buldum.Viyana’ya Atatürk Havalimanından THY http://www.turkishairlines.com/tr-tr/ uçuşu ile 2 saatte varıyorsunuz.THY diye özellikle reklam yapmak istedim çünkü yurtdışı uçuşlarında THY’nin yemek ikramı gerçekten hatırı sayılır düzeyde kaliteli.Avusturya gümrüğü konusunda huzursuz edici yazılar okuduğum için, pasaport kontrolünde bir sıkıntı olur mu acaba gerginliği ile pasaport kontrolünü geçtik, gezi arkadaşım Ayşe benden sadece 30 saniye önce Avusturya topraklarına adım atmış olmasına rağmen bu konuyu tatilimiz boyunca keyifli bir espri malzemesi yapıp durdu JNeyse ki ben de arkadaşlarım arasında Viyana’da ilk sigara yakan olarak farklı bir ilke adım atmış oldum.Bu arada sigaranın zararlı bir şey olduğunu belirtiyorum aman uzak durun.
Viyana Tuna Nehri

Viyana, Avusturya’nın 2 milyon nüfuslu başkenti olup, Avrupa’nın estetik ve sanat kentlerinden başta gelenlerindendir.Avusturya Macaristan İmparatorluğunun yani Hofburg hanedanlığının başkenti Viyana kenar köşe her notasında ayrı bir estetik güzelliği bünyesinde barındırıyor.


Kent Avrupa kentlerinin neredeyse tamamı gibi nehir kıyısında kurulmuş olup, Tuna nehri kenti ikiye bölmektedir.Kentin ana eksenini Stephansplatz katedrali ve çevresi oluşturmaktadır. Tespit yapmak gerekirse, Stephansplatz katedraline ulaştıktan sonra Viyana’da kaybolur muyum acaba diye telaşa kapılmaya gerek yok.Stephansplatz katedrali görkemli ve yüksek taş bir yapıdır.Katedralin kulesine çıkabiliyormuş.İlk günün heyecanından Viyana manzarasını kuleden seyretme keyfini yaşamak ne yazık ki fırsat olmadı.

Stephansplatz katedrali


Katedral’in çevresinde genişçe bir meydan ve bu meydanı kesen sokaklar Viyana’nın temel eksenini oluşturmakta olup, katedralin ve meydanın devamında bulunan Karntner caddesi şehrin trafiğe kapalı şık mağazaları, kafeleri, dükkanları, restoranları, sosisçileri ve yoğun turist kalabalığı ile sizleri karşılıyor.Karntner caddesi kalabalık turist yoğunluğu ile dolaşması keyifli, diğer sokaklarla kesişen uzun bir cadde.Şehrin ara sokaklarında hiçbir ayrıntı atlanmadan oluşturulmuş görkemli heykeller ve çeşmeler insana burası hakikaten Avrupa dedirtiyor.Viyana’da ve gördüğüm diğer Avrupa kentlerinin tamamında kara ölüm vebayı tasvir eden heykellerle karşılaştım.Avrupa yıllarca vebadan o kadar çok çekmiş ki, her kenar köşede veba tasvir ediliyor.

Karntner caddesi


Kentimiz Viyana olunca, biz Türklerde ayrı hassasiyet oluyor.Ne de olsa atalarımızın tarih boyunca kuşatıp fethedemediği, bu yüzden de hevesimizin kursağımızda kaldığı bir kent burası J Fakat belirtmek lazım atalarımız kenti alamasa da, günümüzde Viyana’da ki Türk nüfus yoğunluğu bu fetih işinin çoktan çözümlenmiş olduğunu gösteriyor.Karntner caddesinde yani şehrin kalbinde, o kalabalık içerisinde en çok duyduğum dil Türkçe idi, ikinci sırayı Arapça ve üçüncü sırayı ise ülkenin kendi dili olan Almanca almaktaydı.Demek ki biz Türkler her zaman her yerde olmayı becerebiliyoruz 


Karntner caddesinin keyfini çıkardıktan ve insan selini seyrettikten ve turistik eşya mağazalarında ki fiyatları kontrol ettikten sonra caddenin bitiminde Viyana Opera Binası sizi karşılıyor.Fiyatlar hususunda önemli bir ayrıntıyı belirtmek istiyorum Viyana gerçekten pahallı bir şehir, bütçenizi Viyana’nın bu durumunu göz önünde tutarak yapmanızı tavsiye ederim.


Viyana deyince akla gelen en önemli şey elbette büyük deha Mozart’tır.Şehrin merkezinde Mozart kıyafetlerini giymiş gençler, 20-60 euro arasında değişen fiyatlarla klasik müzik konser bileti satıyorlar.Mozart’ın kentine kadar gelmişken, vaktiniz varsa klasik müzik konserine gitmenizi  tavsiye ederim.Biz Mozart dinleme yerine lunapark’a gitmeyi tercih ettik.Ama Bir gün daha fazla Viyana’da konaklasaydık eminim ki Mozart’a da zaman ayırabilirdik.



Viyana Opera Binası, hiçbir ayrıntının atlanmadığı, çevresi heykellerle çevrili, güzel bir yapı.En az yarım saat vaktinizi ayırmanızı ve binayı incelemenizi tavsiye ediyorum.

Viyana ile ilgili duymuş olduğum ilginç bir tespitte Viyanalıların şehrin hemen her noktasında kentin keyfini çıkartıyor olması ve şehrin meydan ve kafelerini turistlere bırakmamış olmaları, Viyanalılar adeta 12 ay boyunca biz bu şehirde turistiz, hep turistiz havasındaymış.İlk günümüzü opera binası, katedral, meydan  ve Karntner caddesini dolaşarak geçirdik. Caddeyi kesen ara sokaklara girip çıktık.

Viyana şinitzel, limon ve şarap konsepti ile ün yapmış bir şehir olduğu için kısa sürede bu konsepte adapte olabilmek amacıyla şehrin dünyaca ünlü Figlmüller restoranına gittik.Gezi öncesi okuduğum pek çok blog da kentin meşhur şinitzelcisine gidilmesini tavsiye ediyordu.Büyük katedralin hemen yakınında bulunan Figlmüllere girmek ve naçizane bir masa bulabilmek için 15 ile 45 dakika arası beklenebiliyormuş.Bizde 15 dakika bekledikten sonra restorana kabul edildik.Figlmüller şarap mahzeninden bozma 3 katlı  taş yapı bir bina.Masa ve koltuklar tahta ilk görüşüşte sıradan izlenimi veren basit bir restoran.Neyse ayrıntıları geçelim J sonunda şinitzellerimizi söyledik.Tavuk şinitzel istiyoruz şeklinde uyarımızı da yaptık.Aslında domuz etinden şinitzel çok lezzetli oluyormuş ama tercih sizlerin.Tavuk etinden yapılmışı da fena değildi.Şinitzelin yanında değişik salata alternatifleri sunuyorlar menü ve damak tadı yabancı geldiği için bize en uygunu olur düşüncesiyle bol soğanlı patates salatası ve limonlu bira söyleyerek, kentin geleneksel konseptine kenarından köşesinden ayak uydurduk.Bu arada şinitzeller öğün olarak büyük ve doyurucu.Dünyaca ün yapmış bu restoran da kişi başı 20 euroya yakın ödeme yaptık.Genelde hiç mekan takıntım veya gurme olma gibi haddim olmayan iddiam yoktur ama burası gerçekten çok karakteristik bir yer, yolunuz Viyana’ya düşerse şinitzellerin tadına bakmanızı tavsiye ediyorum.
    http://www.figlmueller.at/en/


Viyana merkezinde her bina ayrı bir estetik güzellik taşıdığından ilk günümüzü merkezin hakkını vererek geçirdik ve devamında otelimize geçtik.Otelimiz etrafında golf sahasının olduğu, yemyeşil ağaçlıklı bir bölgede bulunduğundan bir ara acaba meşhur Viyana Ormanlarında mıyız? hissiyatına kapıldık.Şaka bir yana otelimiz gerçekten iyi olmasına rağmen, şehir merkezine uzak bir noktadaydı.Ne yazık ki en yakın metro istasyonuna 1 km uzaklıkta bulunmaktaydı.Hatta Baden kentine yani Viyana’ya yakın bir diğer kente giden banliyo istasyonu otelimize çok yakın bir noktadaydı.Otel merkezden uzakta olunca, az biraz da yorgunluk olunca ilk akşamımızda arkadaşlarımla otelimizin barında vakit geçirmeye karar verdik.Neyse ki barmenimiz çok sevimli bir Hintli ve barımızda gayet şık olunca keyfimiz yerinde ilk akşamımızı bitirdik.



otelden Viyana

Ertesi gün banliyo treni ile şehir merkezine, daha doğrusu Opera binasının önüne kadar geldik.Trene bilet almadığımız için kaçak bindik ama neyse ki kontrol olmadığı için sıkıntı yaşamadık. Viyana’da bilet fiyatları 3 euro.24 saat tüm ulaşım araçlarının sınırsız kullanılabildiği tam günlük biletler 10 euro.Viyana da metroda, tramvayda, banliyo treninde bilet kontrolü yapılmıyor.Ama biletsiz yakalanırsanız 60 euro ceza ödemek zorunda kalabilirsiniz.Viyana da 6 ayrı hattan oluşsan metro güzergahları ve tramvaylar olduğu için toplu taşıma anlamında çok düzenli bir şehir, metro güzergahlarını kısa bir incelemeden sonra öğrenmeye başlıyorsunuz.



Opera binasının yakınında Avusturya Macaristan imparatorluğunun kışlık sarayı Hofburg Sarayı bulunmakta.Önceki gün kısa bir zaman ayırdığımız sarayı, ayrıntı gezme fırsatı bulduk.Saray merkezde, metro ve tramvay duraklarına çok yakın bir noktada olmakla birlikte, Viyana’da görülmesi gereken yerlerin başında gelmektedir.Saray çevresinde kısa bir alanda atlı arabalar ile nostaljik geziler düzenlenmekte.




Viyana’da görülmesi gereken saraylar ve tarihi binalar birbirine yakın olduğu için kenti yürüyerek gezmek gayet kolay.RİNG adı verilen bu bölge içinde Hofburg sarayı ve müzeler bölgesi, Parlamento binası, belediye binası, parklar, üniversite binası bulunmakta.Müzeler bölgesi, ‘Museum Quarter’ pek çok alanda sanatsal eserin sergilendiği bir müze kompleksi. Şehirde kalacak daha çok vaktiniz varsa Viyana her türlü sanatsal çeşitliliğe sahip müzeleri ile size sayısız alternatif sunmakta.



Kentin en çok ilgimi çeken tarafı adeta bir açık hava parkı olması.Yemyeşil ağaçlar, çimler, bahçeler ve heykellerle dolu parklar Viyana’nın her yerinde.İnsanlar parklarda kitap okuyor, yoga yapıyor, dinleniyorlar.Bence huzur kelimesi Viyana görüldükten sonra ortaya çıkmış olabilir.Viyana parklarını ve huzurlu insanları görünce bizlerin neden toplum olarak bu kadar agresif olduğumuzu bir kez daha algılamış oldum.Sosyal belediyecilik ve doğaya saygı, devamında insana saygıyı getiriyor.Viyana parklarına zaman ayırmanızı ve huzurun keyfini çıkarmanızı tavsiye ederim.Arkadaşlarımla birlikte büyük psikolog Sigmund Freud’un müzesini görme fırsatımız olmadı ama parkında vakit geçirdik.



Kentin Ring bölgesinde önemli ve görsel anlamdan zengin bir başka yapı önünde büyük heykelleri ve çeşmeleri ile parlamento binası.Ne yazık ki bina kapalıydı içini görebilme fırsatımız olmadı.Fakat çevresini detaylı bir şekilde dolaştık.

Parlamento Binası

 Kentin önemli yapıları birbirine çok yakın olduğu için devamında Belediye binasına yürüyerek geçtik.Şansımıza belediye binasının önüne dev sinema perdesi ve stant kurmuşlardı.Akşamları film gösterimi ve konserlerin olduğunu öğrenmiş olduk.Viyana’da yaz akşamları bu tarz etkinlikler sıkça yapılıyormuş.Açık hava sinemasında keyifli ve esprili zaman geçirdikten sonra gezimize devam ettik.Bu arada belediye binası dediğime bakmayın bence burayı belediye sarayı diye ifade etmek daha yerinde olur.


Viyana denince akla gelen önemli tarihsel şahsiyetler Hofburg hanedanlığının kraliçesi Maria Terassa ve yine hanedanın gelini, imparator Franz Joseph’in eşi Elizabeth yani diğer adıyla Sisi.Şehrin RİNG yani gezi alanında büyükçe bir Maria Teressa heykeli bulunmakta olup, Maria Terassa Hanedanlığı uzunca bir süre yöneten, 16 çocuk sahibi olmuş güçlü bir kadınmış.Avusturya’da hatırı sayılır şekilde tarihsel bir değer olduğu için şehrin merkezindeki heykeli görkemli.Ring bölgesinde ve merkezi bir yerde olduğu için heykel çevresinde kısa bir mola verebilir ve Avusturya Ana’ya selam verebilirsiniz.


Şehir merkezinde ki tarihsel yerleri gördükten sonra, metro aktarması ile kolayca ulaşılabilen Hofburg hanedanlığının yazlık sarayı olan Schönbrunn Sarayına geçtik.Metroyla 20 dakikada ulaşılabilen saray, hiçbir ayrıntıdan ve şatafattan kaçınılmamış bir yer.Sarayın özellikle bahçeleri inanılmaz güzel.Avusturyalılar sarayın içini ve bahçesini, sadece sarayın bahçesini gezme imkanı sağlayan farklı fiyatlarda saray bilet tarifeleri oluşturmuşlar.Bizler hem sarayın içi hem de bahçeleri olmak üzere 20 euroluk kapsamlı gezi bileti alarak 4 saatimizi saraya ayırdık.Sarayın içini gezerken Türkçe kulaklıkla dinleme imkanına da sahipsiniz. Budapeşte’de ne yazık ki o kadar dil arasında Türkçe yoktu fakat Schönbrunn Sarayında Türkçe anlatıma sahip kulaklık ile Hofburg hanedanlığının tarihsel şatafatını ayrıntılı olarak görmek ve dinlemek fırsatına sahip olduk.Malum dünyanın her yerinde hanedanlıklar, preslikler gücünün ve soyluluğunun göstergesi olarak gösterişli saraylar yapmıştır.Hofburg hanedanlığında yazlık sarayında gösteriş anlamında hiçbir ayrıntıyı atlamamışlar.Sarayın içinde fotoğraf çekmek yasak olduğu için sayfamda paylaşma imkanım ne yazık ki yok fakat tahmin edebileceğiniz gibi lükste sınır yok mantığıyla yapılmış bir saray sizi bekliyor.






Sarayda en çok Kraliçe Sisi’ye ait eşyaların olduğu kısımlar ilgi çekici, büyük başın derdi büyük olur derler ya bu Sisi’de hayatı boyunca mutlu olamamış, döneminin önemli kadınlarından biri.“Evliliğin ne olduğunu anlamıyorum, 15 yaşında bir mal gibi satılıyor ve anlamadığınız bir yemini edip tüm hayatınız boyunca oyun oynamak zorunda kalıyorsunuz” sözleri  ile yaşamı boyunca yalnızlığını ve sevgisizliğini dile getirmiş bir kadın. Hayatının çoğunu seyahat etmekle geçirmiş, saray kurallarına bir türlü alışamamış ve hep asi tarafını korumuş ve İtalyan bir anarşistin bıçak darbesi sonucu ölmüş tarihsel kişilik.Bu kadar şatafat, unvan ve imkana rağmen mutluluğu bulamamak hayat boyunca hep huzursuz olmak, sevgisizliğin ne kadar acı bir şey olduğu gerçeğini bize yüzyıllar öncesinden taşıyıp ulaştırmış gibi.Neyse mekan Viyana olunca, o kadar görkem, debdebe derken ortama uyup bizlerde kısa bir süreliğine da olsa Sisi’nin enteresan hayatına merak sarıp, kısa bir analiz yaptıktan sonra gezimize kaldığımız yerden devam ettik.Schönbrunn Sarayının bahçeleri konusunda söylenecek tek kelime muhteşem.Gayet geniş bir alanda çeşmeler ve havuzlarla kaplı sarayının bahçesini görmenizi mutlaka tavsiye ediyorum.Sarayın içini görmeseniz bile bahçe kısmına vakit ayırın.




Viyana’da ilginç mimarisi ile önemli bir ziyaret durağı olmuş, Hundertwasser evine gitmeye karar verdik.Metro ve tramvay aktarması ile rahatça gidilebilen, şehir merkezi ne fazla uzak olmayan bu apartman Avusturyalı bir sanatçı tarafından yapılmış, her katı farklı renklerde, geniş teras ve bahçelerden oluşmuş farklı bir mimari yapı.Hala özel mülkiyette olduğu için içini gezmedik fakat dış görselliği anlamında farklı bir bina.



Yoğun saray ve bina mesaisinden sonra şehir merkezinde Türk pizzacıda akşam yemeği faslı ve devamında bir Viyana karakteristiği olan kahve, pasta ikilisine uyum sağladık.Malum şehrin kurallarına uyum sağladığın vakit orayı az çok benimsersin, oraya yabancı kalmazsın. Neyse  devamında eğlenmek bizimde hakkımız dedik ve Viyana Lunaparkı Prater’e geçtik. Elbette ki herkesin keyif aldığı şeyler ve damak tadı farklıdır ama Viyana’ya kadar gelmişken kahve ve pasta keyfi yapmanızı öneririm.Fiyatlar anlamında Viyana kesinlikle hesaplı bir kent değil, bilginiz olsun.

eee yorulduk dinlenmek hakkımız 


Disneyland’dan sonra Avrupa’nın en büyük ikinci Lunaparkı Prater’e metro, tramvay aktarması ile ulaşılabiliyor, lunapark şehir merkezine uzak bir noktada değil.Korku evlerinden, trenlere kadar değişik oyuncağın olduğu parkta Madam Tussaud müzesi de bulunmakta.Oyuncaklardan hoşlanmayabilirsiniz fakat yükseklik korkunuz da yok ise dönme dolaba binmenizi tavsiye ederim, yukarıdan akşam vakti güzel bir Viyana manzarası görme imkanına sahip oluyorsunuz.Ya da bizim gibi içinde sandallar olan oyuncağı basit bir havuz gezintisi sanıp,  devamında aslında sandalların yavaş yavaş yukarı çıktığını ve en yukarıdan aşağıya doğru sizi bıraktığı ve indiğinizde üstünüzün sırılsıklam olduğu gerçeğini keşfedebilirsiniz.Hayatınızın en ıslak ve komik keşfini benim gibi bir lunaparkta yapabilirsiniz.




Viyana’ya dair aktarmadan olmaz diye düşündüğüm küçük bir ayrıntı ise şehrin merkezi noktalarındaki çeşmelerden su içebiliyorsunuz.Suyun abartı pahallı fiyatlarda satıldığı, bazı kentlerde çeşme suyunun içilmediği Avrupa’nın diğer kentlerinden farklı olarak Viyana da çeşmelerden soğuk suyu bedavaya içebiliyorsunuz.



Viyana’da çok istememe rağmen zaman yetersizliğinden ne yazık ki görme fırsatımın olmadığı iki yerden bahsetmek istiyorum.Grinzing Meyhaneleri ve Belvedere Sarayı.Grinzing  Meyhanleri metro ve tramvay aktarması ile gidilebilen akordiyon, şarap, şinitzel üçlüsünün bir arada olduğu bir eğlence bölgesiymiş.Bu tarz zevkleriniz varsa vakit ayırabilirsiniz.Anladığım kadarıyla bizim Çiçek Pasajı ve Nevizade Meyhaneleri kültürünün buraya özgü tatlarla oluşturulmuş bir benzeri.

Belvedere Sarayı ise metro güzergahı üzerinde bulunan ve  tıpkı Schönbrunn Sarayı gibi geniş bahçeleri ile göz alıcı görselliğe sahip ayrı bir mimarı güzellik.Bu yaz ağustos ayındaki Avrupa gezimde Viyana’ya sadece 6-7 saat  vakit ayırabileceğim halde Belvedere Sarayı’na zaman ayırmaya kararlıyım.Bu imkanı yaratabilirsem gözlemlerimi paylaşmak isterim.


Viyana; tüm mimari zenginliği ile etkileyici bir Avrupa kenti.Avrupa’da olduğunuzu tüm şehir alışkanlıkları ile hissettiğiniz farklı bir ruh.Şehrin görülmesi gereken yerlerinin çoğu birbirine çok yakın ve yürüme mesafesinde, gayet düzenli metro ve tramvay güzergahlarına sahip.2-3 günlük bir program ile Viyana’nın hakkını rahatlıkla verebilirsiniz.Yolunuzun düşmesini tavsiye ederim.

Farklı hayatlarla, farklı insanlarla aslında tüm tezatlarıyla bu dünya bizlerin ve bizlerde bu dünyanın insanıyız.Bu yazıyı yazmam da bana destek olan can tatil arkadaşlarım, Yunus’a, Ayşe’ye, Kirman’a çok teşekkür ederim.Kısacık zamanda hayata ne kadar farklı bakabilmemi sağlayacak kadar yararlı bilgi veren blog sayfası paylaşımcısı tüm arkadaşlara yürekten teşekkür ederim.


Saygılarımla

Egemen ÇINAR













12 Temmuz 2014 Cumartesi

DRESDEN

Neyi yapabiliyorsan ya da yapabileceğini hayal ediyorsan başla, cesarette deha, güç ve büyü vardır.        GOETHE

ÖNCELİKLE bu sayfayı okurken bu şarkıyı dinlemenizi tavsiye ederim.



Hangi yaşta olursa olsun hayal etmek güzeldir.İnsan umut ettikçe, hayata dahildir.Tekrar Merhaba, 2013 yılı Ağustos ayı Orta Avrupa tatili gözlemlerimi aktarmaya devam ediyorum.Önceki yazımda da bahsettiğim gibi, yolunuz Prag’a düştükten sonra görülmesini tavsiye ettiğim bir şehirden bahsetmek istiyorum.Dresden, Prag’a 3 saat mesafede bulunan, Almanya’nın Berlin’den sonra en tarihi şehirlerinden birisidir.




Dresden, Almanya’nın birleşmesinden önce Doğu Almanya Demokratik Cumhuriyeti yönetimimde kalmış, bu yüzden de Sovyet etkisini hissetmiş, tarihi binaları, kiliseleri, sarayları, geniş meydanları, peş peşe alış veriş merkezleri ile Elbe nehri kıyısında tarihi bir kent.Kent 2.Dünya Savaşında açık şehir ilan edilmesine rağmen İngilizler tarafından bombalanmış ve yerle bir edilmiş fakat devamında aslına uygun şekilde yeniden inşa edilmiş bir şehir.Bu anlamda Almanları takdir etmek gerek, şehir savaşta yerle bir edilmiş olmasına rağmen, yeniden inşasında en küçük ayrıntılara kadar dikkat edilerek özüne tekrardan kavuşmuş.Hatta günümüzde hala bazı binaların tadilatı devam ediyormuş.

Arkadaşlarımla Dresden de fazla zaman geçirmek fırsatımız olmadı sadece 5 saat kalabildik.Dresden için 5 saatin yeterli bir zaman olduğunu düşünmüyorum ama zaman sınırlıysa yapacak fazla bir şey yok.Dresden Elbe nehri kenarında kurulmuş, tarihi bir şehir, yürüyerek gezilmesi kolay bir kent.Kentin merkezinde bulunan büyük katedralden gezmeye başlayabilirsiniz.Hatta vaktiniz varsa Katedralin yukarısına çıkıp Dresen manzarasının keyfini çıkarabilirsiniz.Geçen yıl yukarı çıkış ücreti kişi başı 10 Euroydu.







Katedralin ve geniş meydanın devamında şehrin sokaklarını spontane dolaşabilirsiniz, özellikle ara sokağın tamamı boyunca devam eden ve tarihin resmedildiği porselen duvarı görmenizi mutlaka tavsiye diyorum.



Sokak boyunca tüm gün heykel gibi duran değişik kıyafetli insanları görebilirsiniz.Dresden ortasından nehir geçen dümdüz bir şehir olduğu için gezmek gayet kolay ve keyifli.Tarihi binaları birbirine yakın.Şehir merkezinde bulunan opera binasını görmenizi tavsiye ediyorum, görsel anlamda etkileyici bir yapı.Tek tek bu bina, şu kilise diye ayırmak yerine bir bütün halinden ifade etmek gerekirse meydan ve çevresi kilise ve saraylarla ve tarihi, görkemli ve iyi restore edilmiş rengarenk binalarla çevrili.Şehrin meydan ve tarihsel dokusunun hemen devamında yine merkeze yürüme mesafesinde çok sayıda yan yana alış veriş merkezi bulunmakta.Avrupa’da alış veriş gerçekten Almanya da yapılır.Çikolata, parfüm, içki, giysi, elektronik eşya, çantalar, ayakkabılar konusunda Dresden’de fazlasıyla mağaza mevcut.Arkadaşlarımla birlikte kentin görselliği ile ilgilendiğimiz için avmlerde fazla zaman geçirmedik fakat öğle yemeğimiz ile birlikte 1 saat zamanımızı avm de alış verişe ayırdık.Bu kadar çeşitli mağazanın olduğu bir şehirde alış verişe 1 saat komik sayılır...


Yemek anlamında Elbe nehrinden tutulan balık çeşitliliği fazla olmasından dolayı çok çeşit balık alternatifi ile karşılaştık, tercihimizi balıktan yana kullandık.Yemek çeşitliliği anlamında Dresden zengin bir şehir, balık başta olmak üzere çok fazla alternatif mevcut, peş peşe devam eden pasta dükkanları ve restoranlar yemek konusunda karar verme zorluğu yaşatabiliyor.








Elektronik mağazalarına fazla zaman ayırmak fırsat olmadı ama kısa bir gözlem sonucu yaptığımız tespite göre mağazalarda her çeşit ürün var ve gerçekten Türkiye’den daha hesaplı fiyatlarda.İçki ve çikolata meraklısı iseniz Dresden tam bir maden, ne alacağınıza karar vermekte zorlanabilirsiniz, fiyatlar anlamında ise bütçeye uygun.

Tüm nehir kıyısı kentleri gibi Dresden’de de hayat Elbe nehri kıyısında akıyor.Şehrin tarihi binaları, rengarenk evleri, kiliseleri ve yeşil manzarası eşliğinde Elbe kıyısındaki kafelerde vakit geçirmenizi ve kahvenizi yudumlamanızı tavsiye ediyorum.Bu keyif ve huzur ağustos sıcağındaki tüm yorgunluğunuzu alıyor.




Dresden’de en çok ilgimi çeken şehrin hemen girişinde başlayan ve yaklaşık 100 metre devam eden, büyük doğal gaz boruları oldu.Doğu Almanya dönemlerinden kalma, günümüzde sembolik bir görsellik değeri olan doğal gaz boruları eskiden tüm kenti kaplıyormuş, yerin altından değil de üstünden uzanan bu borular Doğu Bloku döneminde estetik duygusunun olmadığının bir ifadesi gibi, zaten Almanlar’da bu durumu göstermek amacıyla, borularının bir kısmını olduğu gibi bırakmışlar.

Prag-Dresden yolu üzerinde, Almanya sınırına çok yakın bir noktada TEREZİN NAZI KAMPI bulunmakta, bu kadar gelmişken yolumuz bir daha düşer mi belli olmaz deyip, kampı ziyaret ettik.Bir saatimizi bu kampa ayırdık.Auschwitz nazi kampı kadar bilindik olmayan, zamanında daha ziyade rütbeli askerin, savaş esirlerinin getirildiği, meşhur gaz odaları olmasa dahi yapılan zulmü düşündükçe kanınızı donduracak derecede farklı bir yer Terezin Kampı.500 metrelik tünel, insanların kurşuna dizildiği ve asıldıkları yerler, koğuşlar derken insan insana bunları yapar mıymış diye sorguluyorsunuz.Tarihin insanlık ayıbı bu kampı görmenizi tavsiye ediyorum.





500 METRELİK TÜNEL


Almanya çok sanayileşmiş ve gelişmiş ve binalaşmış olduğundan, diğer şehirlerine nazaran Dresden ve Berlin’in tarihsel ve görsel anlamda Almanya’da görülmeye değer iki şehir olduğu bilgisi ile 5 saatlik ziyaretimiz ile Dresden’den ayrıldık.Ne diyelim en azından bir tanesini görmüş olduk, Berlin’e Allah kerim :)




MEYDAN, DRESDEN

İçinizdeki gezginci ruhun her dönem taze kalmasını dilerim.

Bu yazıyı yazmam da bana destek olan can tatil arkadaşlarım, Yunus’a, Ayşe’ye, Kirman’a çok teşekkür ederim.Kısacık zamanda hayata ne kadar farklı bakabilmemi sağlayacak kadar yararlı bilgi veren blog sayfası paylaşımcısı tüm arkadaşlara yürekten teşekkür ederim.

Saygılarımla
Egemen ÇINAR